Kızım’la Fatoş benim Almanya turnelerimden birinde keşfetmişler. Şov TV’de muhşetem bi GerçekTürkleriGösterme Programı var: ‘Yemekteyiz’ adı.
Ben de dahil oldum; şimdi akşamüstleri hep birlikte seyrediyoruz. Türkler’e dair ‘reality’nin ‘re’sini (böyle uzaktan: ekran başından) izleyebilmek için kaç saat gerekiyorsa o kadar saatimi çıtır çatır feda ederim arkadaş. Maksat: Bu Müthiş Milletin sonu gelmez karışıklıktaki hakikatsevmezliğine bir nebze olsun nüfuz edebileyim!
Zamanında ‘Biri Bizi Gözetliyor’dan olsun, ‘Gelinim Olur musun?’dan olsun azzz buzzz nasiplenmedim. Son zamanlarda ‘reality şov’ açığımı, Ulvi Türk Köşecilemeleri’nin yazıktırmalarını x-ray’leyerek kapatma gayretkeşliğim de yormuştur muhakkak beni.
Aramızda EKRAN; Basit Halkımız’ı izleyerek köşecilerimizde ferah fücur müşahede ettiğimiz: yanlış etiketleme bağımlılığı/kendini bir halt zannetme/sağ gösterip sol vurma/
esasında NEYİ temsil ettiğini Öldür Allah anlayamama/yaygın
düşünce bozuklukları/hiçbir özgün düşünce üretememe/tavşanın suyununsuyununsuyu fikirleri/teorileri dahi (ki, ordan burdan ödünç+çırpma+
çarpıtma) doğru düzgün
ifadelendirememe tarzı özelliklerini-
Halkımız, ‘reality şovlarda’ mebzul miktarda ve cömertçe sunmakta. Tüm bu: Yeni Türklerin Kafa Tutulması
Doyumsuz Özelliklerini.
En son nihayetlenen grupta 3. Kaptan (harbiden: işi bu) bi çocuk vardı mesela. Fettucine mi ne pişirmeye kalktı. (Hep böyle alengirli menüler: uzak yakın alâkalarının olmadıkları Batı’ya bir öykünme, sürtünerek yakınlaşma arzusu. Sonra da reddedilme anlarında nefret, öfke, ‘Ben zaten istemiyodum’ diye hor görme imitasyonları.)
Çok cin bir hanım vardı bu grupta. Saçları sarıya boyalı, oldukça kilolu bir ev hanımı. Şeker tadı tespit etti makarnada. ‘Sen buna yanlışlıkla şeker mi kattın?’ diye tutturdu. Aynı zamanda damak tadının gücünü, yeme içme konusunda üstadeliğini ispat edecek.
3. Kaptan Genç Adam da reddetme vitesine taktı. ‘Hayır da hayır! Şeker yok da yok!’ yapıyor. Çocuk kıvamında inatlaşıyor.
Arada (programın kreşendo anları) başka odalarda hakiki düşüncelerini/samimi duygularını söylerken izliyoruz yarışmacılarımızı. 3. Kaptan içeri geçince itiraf ediyor kameraya: Evet! krema yerine yanlışlıkla kremşanti katmış makarnaya; CinHanım’ın tespit ettiği ‘şeker’ tadı ordan kaynaklanıyor.
AMA “Öyle tutturdu ki şeker diye, söylemicem gerçeği işte” diyor.
“ONA NE?”
CinHanım ısrarlarını sürdürürken doğru teşhise de vardı: “Sakın krema diye kremşanti katmış olmayasın sen?”
İçerdeki odada kameralara, yani programı izleme talihine erişen BütünTürkulusu’na bu dalgınlığını, bu acı hakikati itiraf etmiş bulunan 3. Kaptan, sofra başında yalancılığından taviz vermiyor. “Yok öyle bi şey!”
diyor da diyor.
Ve işin en hazin yanı; bunu, köşeye sıkıştırılmış olduğu için şahsiyetlilik adına yaptığını varsayıyor. “Söylemicem ona işte: Gelmesin üstüme!”
Neyse; böyle güzel güzel anlarla, Milli Hasletlerimizin birbiri ardına sıralanmasıyla kanaviçelenmiş bir program.
Final Gecesi (birincinin belli olacağı Nananaaan Gece) Ümit bey isimli harbiden dürüst, neşeli, kafa bir beyin evine gidildi. Menüde ilan ettiği bütün yemekleri koşturkoştur hazırladı Ümit bey.
Sonra içini birden sıkıntı bastı (çok insani bir durum) ve ayrıca pişirdiği yemeklerin hiçbirini beğenmedi (çok ulvi bir his); onca emekle yaptığı yemekleri ikram etmemeye (soğudular da zaten) sofraya çok güzel ekmek çeşitleri, zeytin, peynir, şahane bir üzüm çıkartmaya karar verdi.
Hem kameralara, hem diğer yarışmacılara ilan etti de: “Ben yokum bu yarışta. Verirsiniz en düşüğünden puanımı! Ama keyifli bi gece geçirelim, sofrada ne varsa onu ağız tadıyla yiyelim.”
Bir kere: kameralara ayrı, yarışmacılara ayrı konuşmuyor. Yalanlar, dolanlar, mazeretler üretmiyor. ‘Yerse/yemezse jarse’ yapıyor; ki, Türkler’de hemenhemen hiç rastlamadığımız bir özellik. Bu adam Kürt mü acaba? diye düşünmedim değil.
CinHanım çok fena bozuldu bu ‘Çıkarmicam menüyü işte!’ attitude’una. “Kurallar!” dedi. “Olamaz!” dedi. Sonra daha da tırmandırmaya karar verdi. “Ne hakkınız var? Bu ne rezalet!” fart furt.
Bir de SonKadınlıkKartı’nı oynayıp “Alınıyorum ama; kalkarım bu masadan!”a vardı. Vardırdı.
Ümit bey geri basmadı (harbiden: Kürt müydü o adam?) “Kalkarsan kalk. Hatta çok rica ediyorum; derhal kalk. Muhabbetimizin içine ettin!” dedi.
Şimdi SonKadınlıkKartı’nı oynayan Türkler, ‘ya herru ya merru’cular, ‘Sn. Müdürüm; ama O çok kuraltanımaz; ya o ya ben’e lafı getirenler- mutlaka ve mutlaka, maalesef ve maalesef Bu Topraklar’da o masadan/o işyerinden/o ortamdan/onlar sayesinde onca düşük olan o ortalamadan öldür Allah KALKMAZ, AYRILMAZ, ŞURDAN ŞURAYA GİTMEZLER.
Bunların resti çektiği insan utanır, onlar adına kalkası gelir/yerin dibine geçer ve fakat bu SonKadınlıkKartı’nı çekmiş olanlar yalnızca tehdit/şantaj/gözboyama/afır tafırla yetinir; yapışmış oldukları ortamdan defolup gitmezler. Gidemezler.
Academia DA mesela; üniversite koridorlarına/titrlerine/kürsülerine yapışmış sümsük fareciklerden geçilmez. Parlak olan, ilham verici olan, değişik olan, zaman zaman da kural tanımaz olan elenir. Çeker gider. Academia’da ya da ortamlamalarda barınamaz. Akademik kariyer yapmaktan vazgeçer. Bu tiplerin egemenliğine, dıngıl prof.’ların zulmüne/hem bilim, hem biliminsanını aşağı çekmelerine katlanamaz.
Averaj olan, hiçbir pırıltısı olmayan, şahsiyetsiz olan, onu bunu yalayıp biat etmekte tereddütsüz olan kalır. Prof. olur. Bakan olur. Köşeci olur. Başımıza bela olur, kısacası. Tıkaç olur. Akışkanlığımıza engel olur. Atatürkçülük’ten öteye gitmemize engel olur. İşbirlikçi, İyiDarbeSevici olur. Üstelik kendini ‘solcu’ ‘devrimci’ ‘demokrat’ diye etiketler. (Bu, hakikatsevmezlik en katlanılmazıdır.)
CinHanım, kalkmadı masadan.
Tehdit edip tehditi görülünce rezil olduğuyla, kaldı.
Yemek yarışını da O kazandı.
Ümit bey baştan ‘Sonuncuysam sonuncuyum ne var yani ittiğimin yarışıyla’ attitude’uyla mağlubiyeti coşku ve nerdeyse sevinçle, kucaklamıştı zaten.
23 Kasım 2008 Pazar
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder